Aynı Film, Aynı Sahne: İslam Coğrafyasının Bitmeyen Kısır Döngüsü
Her şeyi gözümüzün önünden tereyağından kıl çeker gibi kaçırıyorlar. İsrail ile İran arasında yaşanan son gelişmeleri ve yapılan açıklamaları dikkatle takip ediyorum. Yerli yorumcuları, bölgedeki gazetecilerin analizlerini de titizlikle inceliyorum. Dünü ve bugünü kıyaslamaya çalışırken, aslında izlediğimiz filmin ne dün bittiğini ne de bugün biteceğini görüyorum. Aynı senaryo, aynı oyun, yeniden sahneye konuluyor ve bizlere defalarca izletiliyor.
Eğer siz de benim gibi İslam coğrafyasında yaşanan bu derin buhranın nedenleri üzerine kafa yoruyorsanız, "Nasıl bu hale geldik? Bu çıkmazdan kurtulmak mümkün mü?" gibi sorulara yanıt arıyorsunuzdur.
Gazze’de yaşanan soykırımı sadece kınamakla yetinen yöneticilerimiz bizi endişelendiriyor. İran’a yapılan saldırı, Arap liderlerin oturdukları tahtları korumak adına verdikleri tavizler, ümmetin bu perişan hali, Müslümanların içine düştüğü çaresizlik bizi derin düşüncelere sürüklüyor.
Müslümanlar, bugün içinde yaşadıkları Müslüman ülkelerde sınırlar arasına hapsolmuş durumda. Bu sınırların ardında kalan düşünceler bir araya gelemiyor. Irk, renk, coğrafya farkı gibi cahiliye kalıntısı algılarla kardeşlerimizi ayrıştırıyoruz. Takvaya değil, dış görünüşe ve statüye önem veriyoruz. Oysa toplum, takvadan uzaklaştıkça cami merkezli düşünce hayatını terk ediyor, yerine alışveriş merkezli bir zihniyetle hareket ediyor. Kılık kıyafet anlayışı, yaşam tarzı ve değer yargılarımız adım adım İslam'dan uzaklaşıyor.
Bugün Müslümanlar birbirini anlayamıyor. Çünkü zihinsel ve kültürel olarak aynı referanslara sahip değiliz. İktidarda olanlar dünya menfaatini, ebedi hayatın önüne koymuş. Zekât vermeyen zenginlerin, Karunlaşmış sermayedarların varlığı giderek artıyor. Bu zenginlik halka ulaşmıyor; çünkü iktidar eliyle engelleniyor.
İslam coğrafyasındaki gelir adaletsizliği sadece ekonomik değil, aynı zamanda zihinsel bir sömürünün de göstergesi. Bize yüzyıllardır "geri kaldık" diyenler, bu fikri içselleştirmemizi sağladı. Oysa asıl sorun; Müslümanın kendi yöneticisini hangi kriterle değerlendireceğini bilmemesi, bununla ilgilenmemesidir. Çünkü bireysel menfaat, ümmetin menfaatinin önüne geçmiştir.
Yüce Kitabımız Kur'an, bize birçok nasihat sunarken, biz o nasihatleri göz ardı ediyor, kafirlerin yaşam tarzlarına özeniyoruz. Halbuki benzemememiz gerekiyordu. İslam coğrafyasındaki çözülme, ithal fikirlerin etkisiyle kardeş kanı dökülmesine kadar varmış durumda.
Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra kurulan Halifelik kurumu, birlik ve beraberliğin temeliydi. Hz. Ebubekir ile başlayan bu süreç, günümüzde unutulmuş bir mirasa dönüştü. Bugün bu kadar Müslüman ülke varken, bir halife yok. Hatta böyle bir ideal için çalışan da yok.
Cihat ilan etmekten korkan pısırık idareciler yüzünden Müslümanların gözyaşı dinmiyor. İslam İşbirliği Teşkilatı gibi yapılar, işlevsizliğini bir kez daha kanıtladı. Ekonomik dengeler masonik yapılar tarafından belirlenmişken, İslam ülkeleri bu düzene göbekten bağlı hale gelmiş durumda.
İçine düştüğümüz bu acziyet, bizden önceki nesillerin ortaya koyduğu siyasi tercihlerle şekillendi. Ve bugün biz, o mirasın sancılarını çekiyoruz. Bu durumdan kurtuluşun yolu ise; eğitim ve öğretimin tüm İslam coğrafyasında birleştirilmesinden, sınırların kaldırılarak ticaretin ve ulaşımın geliştirilmesinden geçiyor. En önemlisi ise yönetim anlayışının hilafet merkezli olarak yeniden inşa edilmesiyle birlik ve beraberliğe gerçek anlamda adım atılabilir.
Selam ve Selametle
Osman LERMİOĞLU
Allah sizden razı olsun, özellikle sonuç kısmı şahaneydi