Trabzon - Akçaabat Halk kültürüne genel bakış

Özellikle kırsalda gündelik hayatın hemen her alanında çeşitli batıl inanç uygulamalarına ve hurafelere rastlanmaktadır. Detaylar makalede.

Trabzon - Akçaabat Halk kültürüne genel bakış

İnanç Yapısı

Trabzon’da insanların hayatını ve ritüellerini belirleyen ana unsur hiç şüphe yok ki hemen tamamı Sünni mezhebine bağlılığını sürdüren İslâmiyet inancıdır. Bölgede 15. yüzyılın ikinci yarısında olgunlaşan Türk İslam kültürü, günümüzdeki töresel yapının da temelini oluşturur. Bununla birlikte İslamla ilgisi olmayan inanç ve uygulamalar da görülmektedir. Özellikle kırsalda gündelik hayatın hemen her alanında çeşitli batıl inanç uygulamalarına ve hurafelere rastlanmaktadır.

İslamiyet öncesinde bölgede yaşamış olan Pagan, Hristiyan ve Musevi halkların taşıdığı batıl inançlar ve hurafeleri bütünüyle yok olmamış dilek taşı, dilek ağacı, ağaçlara bez-çaput bağlamak, belli mezarlara kutsiyet atfetmek gibi çeşitli uygulamalar Müslüman halk arasında ‘dinleştirmeye’ varacak ölçüde güçlenerek yaşamaya devam etmiştir.

Trabzon ili genelinde cami ve Kur’an kursu gibi yapıların sayısı oldukça fazladır. İlin doğusunda, Rize sınırındaki Of ilçesi, din adamlarıya “marka”haline gelmiştir. Osmanlı Devletinin son dönemlerinde çok sayıda medreseye sahip olan Of kazası, İstanbul’dan sonra en çok hoca yetiştiren merkezdir. Of’ta İslam’ın yayılmasıyla ilgili anlatılan rivayete göre Maraş ulemasından Saçaklızade Osman Efendi, rüyasında Of’a gitmesi telkin edilmiş ve bu sebeple Maraş’tan kalkıp Of’a gelmiş ve yöre halkını irşad etmiştir. Pek çok kaynakta Of’ta İslam’ın yayılması Osman Efendi’ye maledilir. Osman Efendi’nin vefat tarihi (ihtilaf olmakla birlikte) 1541’dir. Bu tarihlerde Of’taki Müslüman nüfusun oranı % 10 değildir. Dolayısıyla bu rivayetler şüphelidir.

1461 tarihindeki fetihten sonra Trabzon’a yerleşmeye başlayan Türklerle birlikte Türk-İslam kültürü aradan geçen yüzyıllar içinde bölgeye hakim olmuştur. Of kazasında 16. yüzyılın başlarında Müslüman yerleşimci yokken aynı asrın sonlarında, Baltacı ve Solaklı derelerinin kıyıya yakın yerleri başta olmak üzere, bölgedeki Müslüman nüfusun arttığı görülmüştür (Umur, 1951). 

Çok sayıda din adamı yetiştirmiş olan ilçede icazet merasimleri kazanın sosyal ve kültürel hayatında önemli bir yer tutar. İlmiyle itibar kazanmış, tanınmış bir hocadan alınan icazet itibarı çok yüksek diploma gibiydi. İcazet merasimleri medresenin bulunduğu köyün sakinleri için de ayrı bir onur vesilesiydi. Hoca yetiştiren, âlim yetiştiren bir köy olarak anılmak bölgede yaşayanlar için gurur, övünç sebebiydi. İcazet merasiminden günler önce, merasime katılacak herkesin memnun olması için titizlikle hazırlıklar yapılırdı. Merasimlere mülki erkân, uzak-yakın çevreden ulema, müftü ve müderrisler katılırdı. İcazet merasiminde sesi, kıraati çok beğenilen yeni mezunlar arasından yörede imam, hoca kadrosu noksan olan camilere görevlendirmeler yapılırdı.

Modern dünya, sanal medya, üniversite öğrencileri ve tayinle gelen memur ailelerin de etkisiyle şehir yaşantısı yer yer kozmopolit görünüm sergiler. Trabzon kırsalında genelde İslami değerlere bağlı muhafazakâr insanlar yaşamaktadır. Namazını kılar, orucunu tutar, hac farizasını ihmal etmemeye çalışırlar. Hali vakti yerinde olan Müslümanlar umre ve hac farizasını yerine getirmeye çalışır. Hacılık önemli bir saygınlık payesidir. Fitre, zekât konularına da dikkat edilmektedir. Zekât vermek usulü olarak cami, Kur’an kursu gibi dine hizmet eden yapılar yaptırmak veya bu tür yapıların inşasına katkı yapmak yöredeki varlıkları insanlar arasında yaygın şekilde görülen bir âdettir.

Halkın büyük bir kesimi cuma namazı, bayram namazları, teravih namazlarını bir arada eda ederken, vakit namazlarında camilerde ön safların dolduğunu görürüz. Ramazan ve Kurban Bayramlarında camiler ve kabristanlar dolar taşar. Uzak gurbettekiler bayram için gelir, kurbanlar saygı ve huşu içinde kesilir. Kurban etleri komşulara gönderilir.

Sarp sınır kapısının açılmasıyla birlikte 1990’lı yıllardan itibaren Doğu Bloğu ülkelerinden çok sayıda kadın bölgeye gelmiştir. Bu kadınlar arasında seks işçileri “nataşa” adıyla anılmış ve bölge insanı nataşalara fazlasıyla teveccüh göstermiştir. Nataşalarla birlikte olma hikâyeleri bölge erkekleri arasında sıradanlaşmıştır. Geneli itibariyle bölgenin tutucu doğasına karşın, sınır kapısının açılışından sonra, Trabzon’da yabancı seks işçileriyle buluşmak için oteller, restoranlar, eğlence mekânlarının sayısı hızla artmıştır. Bu vakıa Trabzon’da ahlaki yapının ikiyüzlü doğasına işaret eder (Bozok, 2012; Yavuz, 2015).

Halk İnanış Ve Uygulamaları

Maçkanın Kusera yaylasına giden yolda tabakalar halinde üst üste dizilmiş görünümü veren bir kayalık vardır. Yayla yolundaki kişiler buraya vardıklarında mola verip, tabakaların üzerine yerden aldıkları küçük taşları koyarlar. Bu sırada “yorgunluğum burada kalsın” demek suretiyle yorgunluklarının geçeceğini umarak yola devam ederler (Duman, 2011: 460).

Mayıs Yedisi

Halk takvimine göre mayıs ayının 7. günü deniz kıyısında, akarsu kenarlarında veya doğal kaynak sularına gidilerek, suyla el-yüz yıkanır. Bazı kişiler tüm bedenini suyla yıkar ve bu yolla çeşitli şikâyet ve dertlerine derman umar.

Mayıs yedisinde vurulan yayığa “kayıp yağı” denir. Bu yağ ilaç olarak saklanır. Yine aynı gün, pınarlardan kimseye görünmeden alınan suya da “kayıp suyu” denir. Bu su da yine ilaç olarak saklanır. Yağ toplamayan yayıklara bu sudan katılırsa yayığın yağ tutacağı, yağ toplayacağına inanılır (Duman, 2011: 459).

Tuzlu Çörek

Genç kızlar komşu evleri dolaşarak un, tuz ve yağ alırlar. Topladıkları malzemelerle çörek yahut kuymak yapıp yerler. Tuzlu çöreğin yapılma nedeni rüya görmeye yardımcı olmasıdır. O gece rüyalarında evlenecekleri kişiyi görmek umuduyla uykuya yatarlar.

Halk inançları toplumun kabul ettiği dinin hükümleri ve öğretileri dışında kalan fakat halk arasında etkin bir şekilde yaşatılıp gelecek kuşaklara aktarılırken bu gelenekleşen miras sosyal hayatımızın her yerindedir.

Söylenegelen efsanelerde, menkıbelerde, yatır ve türbe ziyaretlerinde, mevsimlik törenlerde, yaşamsal pratiklerde pagan, Türkmen, Pontus Rum ritüelleri, örf ve adetleri günümüzde farkında olunmadan İslamileştirilerek yaşatılmaktadır. Sürdürülen bu çok katmanlı yaşamsal ritüeller kırsal insanında daha bariz görülmektedir.

Bidat ve hurafeleri en çok metfunlara atfedilen menkıbe ve payelerle; tekke, zaviye, yatır, mezar, türbe, hazire, evliya, dede, baba gibi mistik mekânlarda görürüz.

Aşılmaz bir işi olan, sevdalısına kavuşmak isteyen, amansız derdi olan, hasta olan, çocuğu olmayan, hasmından illallah diyen, fakir düşen, gurbetteki yakınının hasretliğini çeken, vb. çaresiz kalan insanlar bu mistik mekânları ziyaret ederler ve ölülerden yardım ve çare dilerler. Bu dileyişler İslamiyet’in şiddetle men ettiği, mekruh kıldığı hareketlerdir. Buna karşın dilek ağaçlarına paçavra bağlama pagan geleneği, yatırlarda mum yakma İsevi geleneği olduğu hatırlara gelmez.

Nazar inancı yöre insanları arasında yaygındır. Nazardan korunmak için çok çeşitli inançlara, uygulamalara rastlanır. Nazar değmesin diye mavi renkli boncuk, taş ve camların takılması, kapı girişlerine koç boynuzu, sarımsak ve diken asılması, kurşun dökülmesi, kitap açılması, yedi dere ağzından kayıklarla geçirilmesi, siyah tavuğun kanının akıtılması, pirinç okutmak, muska yazılması, kötücül büyü (sihir) yapılması gibi uygulamalar hâlâ sürdürülmektedir. Nazarı değen kişiyi öğrenmek için de birtakım uygulamalar yapılır: Sobadan alınan közler suya atılır. Közler suya atılırken nazarından şüphe edilen kişilerin ismi söylenir. Hangi isim söylendiğinde köz suya batarsa o kişinin nazarı olduğuna inanılır.

Yağmur duası kuraklığa karşı halkın su dileyişidir. Yağmur duası sadece yağmur yağsın diye değil; ekinlerin büyümesi, bereket ve bolluğun artması, kötülüklerden sakınılması, şeytanın kovulması için de yapılır.

Cin ve perilere inanılan yörede genelde kadınlar olmak üzere bazı insanların “perili” olduğuna inanılır. Çeşitli hünerler gösteren kişilere yapılan bir yakıştırmadır bu. Perili olduğuna inanılan kadınlar fal bakar, şifacılık yaparlar. Bu kadınlar geleceğe yönelik sorulara cevap verirler. Bütün bu bilgileri perilerden aldıklarına inanılır.

Çocuğu olmayan kadınlar, gece altını ıslatan çocuklar, herhangi bir şeyden korkmuş insanlar, nazardan şikâyeti olanlar için ve başka pek çok konuda muska yazan hocalara müracaat edilirdi. Hoca ya muska yazar ya da hastayı okuyarak iyileştirmeye çalışırdı.

Hamile kadınlar ile ilgili inançlar

Yeni evli iki kadının düğünden sonraki ilk kırk günde karşılaşmaları halinde birbirlerini basacakları ve basılan kadının çocuğunun olmayacağından endişe edilir. Bu nedenle yeni evli kadınların nikâhtan sonraki 40 gün boyunca bir araya gelmemesine dikkat edilir.

Sacayağı üzerine oturan kadın kız doğurur.

Hamile kadının yüzü güler şekilde ise çocuğu kız, yüzü asık ise erkek olur.

Kız doğuracak olan kadının canı acı, erkek doğuracak kadının canı tatlı yiyecekler çeker.

Hamile kadının oturacağı yerin altına bir bıçak ve bir makas konur. Kadının bıçağın üzerine oturması halinde doğacak çocuğun erkek, makasın üzerine oturması halinde kız olacağı söylenir.

Hıdrellez günü hamile kadın iş yaparsa çocuğun sakat doğacağı inanışı yörede yaygındır.

Hamile kadının hıdırellez günü kapı kilitlemesi durumunda doğacak çocuğunun dudağı kesik ‘irik’ olur.

Hamile kadın hamileliğinde birinin eline su dökerse zor doğum yapar.

Doğum yapan kadının kırk gün mezarı açık kalır. Doğumda veya doğumdan sonra ölen kadının şehit gibi yüksek bir mertebede olduğuna inanılır.

Lohusa kadına tükürülürse sütü kesilir.

Hamile kadın hamileliği süresince iğneye iplik takamadığı gibi dikiş de dikemez. Aksi halde doğacak çocuk özürlü olur.

Eşi hamile iken yılan öldüren veya kurbanın başını kesenin, doğan çocuğunun gözleri şaşı olur diye inanılır.

Karısı hamile olan erkekler hayvan kesmez. Eğer kesecek olursa çocuğunun sakat doğacağından endişe edilir.

Erkek doğuracak kadının doğum sancısında ağırlıkla beli ağrır.

Yeni doğan bebeğin dudaklarına ve yüzüne bal sürülürse tatlı dilli ve güzel ahlaklı olacağına inanılır.

Çocukları yaşamayan kadın, yeni doğan çocuğunu kendisi emzirmez, çocuklarını başka kadınlar emzirirse çocuğun yaşayacağına inanılır.

Bebeğin ilk yıkanacağı suya biraz tuz atılır ki derisi sağlam olsun ve ter kokmasın.

Yeni doğan bebeğin ve yeni evlilerin yıkandıkları su dışarıya dökülmez.

Çatalkuyruk denen uzun boylu hamsinin kılçığı kurutulup yeni doğan çocukların saçı bu kılçıkla taranırsa çocuğun saçlarının gür olacağına inanılır.

Bebek kırkı dolmadan evden çıkarılacaksa nazar ve cinlerden korunması için kundağına okunmuş tuz konur.

Bebek yürümeye başlayınca, yağ ve bal karışımı ekmek yapılır. Çocuğun dizine vurularak kırılır. Bu sayede çocuğun kas yapısının güçlü olacağına inanılır.

Gökyüzü ve Hava Olaylarıyla İlgili İnanışlar

Güneş batarken uyuyanın ömrü kısalır.

Güneş güzele vurur, duman güzele gider.

Ay yeniye geçmeden tohum ekilmez, ekin biçilmez.

Gökten yıldız kayması birisinin öldüğünün işaretidir.

Gökkuşağı görüldüğünde dilek tutulur. Gökkuşağının altından geçenlerin dilekleri kabul olur.

Şimşek çaktığında yere bıçak saplanır.

Gök gürleyince salavat getirilir. Gök gürlemesinin Hz. Ali’nin savaş narasının yankısı olduğuna inanılır. Şimşeğin ise yine Hz. Ali’nin kılıcının hızından oluştuğu söylenir.

Gök gürlediğinde demir ısırmak uğurlu sayılır.

Dolu yağdığında dolunun kesilmesi için dışarıya sacayağı veya bıçak atılır.

Yıldız kaydığında evliyaların buluştuğuna inanılır.

Yıldızlar parmakla sayılmaz. Bunu yapanın elinde siğil çıkacağına inanılır.

Karın ilk yağışı ile ikinci yağışına dikkat edilir. İkinci kar yağışı ilk yağıştan daha kısa bir alanı kaplar ise o yıl mevsimin kurak geçeceğine; ilk yağan karı geçtiğinde mevsimin yağışlı olacağına inanılır.

Akşam soğan ve sarımsak yenen yere melekler girmez.

Hava karardıktan sonra evden dışarıya, özellikle su olmak üzere bir şey atılmaz. Bunun nedeni hava karardıktan sonra saçak altlarına cinlerin sofra kurdukları inancıdır. Dışarıya atılan şeylerden rahatsız olan cinlerin o kişiye musallat olacağından korkulur. Bir şey atmak zorunlu ise, besmele çekilerek tedbir alınır.

Gece; tırnak kesilmez, saçağa su atılmaz, sakız çiğnenmez.

Gece ıslık çalmak günahtır.

Yağmur yağarken sacayak ters çevrilerek kapı önüne çıkarılırsa yağmur diner.

Saçağa ısırgan asılırsa yağmur diner.

Gece ateşe su dökeni cin çarpar.

Gece göle girmek iyi değildir. Geceleri cinler, peri kızları gölde yıkanır. Suya girenlerin ruhunu periler çalar.

Geceleri su üzerinden atlanmaz. Yörede özellikle suların “sahipli” olduğuna inanılır. Gerek akarsular gerekse su birikintileri geceleri ecinnilerin ve perilerin bulunabileceği yerlerdir.

Bitki ve Hayvan ve Böceklerle İlgilli İnanışlar

Kendir tohumu yiyen sağır kalır.

Soğan ve sarımsak kabuğu yakılmaz, yakılırsa o hane fakirleşir.

Dört yapraklı yoncayı bulan kişinin her dileğinin gerçekleşeceğine inanılır.

Hacdan getirilen hurmanın çekirdeğinin saklanırsa bereket getireceğine inanılır.

Karaağaçtan düşen yaşamaz.

İncir ağacından düşen yaşamaz.

Ceviz ve incir ağaçlarının diplerine çöp döken ve bu ağaçların diplerinde uyuyan kişiler çarpılır.

Kurban kanı sürülen meyve ağaçlarının verimi artar.

Mezarlıklardaki ağaçları kesmenin ölülere saygısızlık olduğu söylenir.

Bir eve bal arısının girmesi iyi habere işarettir.

Eline veya üzerine uğurböceği konan kişinin o an tuttuğu dileğin kabul edileceğine inanılır.

Karınca yuvasını bozmak uğursuzluk getirir.

Evlerde karıncanın olması bereketin oluşuna işarettir.

Hamsi yeni çıkınca bir tanesi para kesesine atılır, böylece paranın bereketi artar,

Hamsiyi üzerinde taşıyan görünmez şeytanın şerrinden güvende olur. Üzerinde hamsi taşıyana cin-peri yaklaşamaz.

Hamsi başı yakılıp tütsülenen yerden yılan ve akrepler kaçar.

Kertenkeleyi bir atışta öldüren kişinin cennete gideceği söylenir.

Yılanın evleri kötülüklerden koruduğuna inanılır. Bu nedenle evlerdeki yılana dokunulmaz ve rahatsız edilmez. Bazı evlerde herhangi bir zararı olmayan yılanlar yaşar. Halk arasında bu yılanların o evi cinlerden, her türlü kötülüklerden koruduğuna dair bir inanç hakimdir ki, bu inanç Türkmenler arasında oldukça yaygındır.

Kedi öldüren kişi yedi cami veya yedi köprü yaptırmazsa günahı bağışlanmaz.

Dişi kedi sacayağın içinde geçerse kısırlaşır.

Köpek bulunan evde namaz kılınmaz.

Köpek uluması hayra alamet değildir, zira köpek uluduğunda mutlaka birisi ölür.

Kurt uluyunca ya ayaz olur, ya kar yağar.

Yaylada sürüsü olanlar hayvanlarını kurtlardan korumak için kurdun ağzını bağlamak niyeti ve duasıyla makasın ağzını kapatıp iple bağlarlar. Kurt ağzı bağlamak için muska yazdırmak, bıçağın ağzını bağlamak gibi başka uygulamalar da görülür.

Bir eve kuş yuva yaparsa uğur getirir.

Baykuş ötmesi uğursuzluk sayılır.

Baykuş öldüren kişinin başına uğursuzluk gelir.  

Yarasa kemiğini dilin altına koyan kişinin görünmez olacağına inanılır. Bu kemiği elde etmek için yarasa tutulur. Horoz ötüşünün duyulmayacağı uzaklıkta bir akarsuyun kenarına götürülerek orada pişirilir. Daha sonra parçalanıp suya atılır. Kemiklerinden hangisi akıntının aksine yüzerse o kemik tılsımlı kabul edilir. Yarasa kanadı cinci hocalar tarafından büyü yapmak için kullanılır (Çelik, 2005: 260).

Guguk kuşu bağırdığında tok olanlar guguk kuşunu yenmiş sayılır ve o günkü işlerin yolunda gideceğine, aksi durumda kötü işler ile karşılaşacağına inanılır.

Karakarganın ötüşü uğursuzluktur. Karganın ötüşünü duyan ‘hayır kargam hayır!’ der.

Kargalar sabah erken öterse ölüm olacağına inanılır.

Güvercin evde beslemek uğursuzluk getirir.

Horozun vakitsiz ötmesi uğursuzluk sayılır.

Pardo (dişi çakal) uluyan evden cenaze çıkacağına inanılır.

Evde bulunan tavşan uğursuzluk getirir.

Yumurta kabuğu ateşe atılırsa tavuğun bir daha yumurtlamayacağı söylenir.

Sağılan hayvanların sütü yere sağılırsa cin, peri gibi varlıkların hayvana musallat olup onu rahatsız edeceğine inanılır.

Başkasına verileceği zaman sağılan sütten birazı alınır. Tamamı verilirse sütün bereketinin kaçacağına inanılır.

Koyunların kuyruk kısmına ürünleri bol olsun diye boyanmış ip takılır.

Davranışlar, Nesneler ve Durumlarla İlgili İnanışlar

Elinin içi kaşınan kişiye para geleceğine inanılır.

El süpürgesiyle bir yer süpürülürken, süpürge birisine değerse, o kişinin hasta olabileceği düşünülür. Bu durumu ortadan kaldırmak için, süpürgeye hafifçe tükürülür.

Süpürge ile dövülen çocuk hırsız olur ve boyu uzamaz.

Cuma günleri ev süpürülmez. Melaike rahatsız edilmesin diye cuma günleri ev içi süpürülmez.

Haber bekleyen kişi süpürgeye iğne takıp bahçeye atarsa beklenen haber tez gelir.

Kapı eşiğinde oturmak uğursuzluk sayılır.

İnsan üzerinde elbisenin söküğü ya da kopmuş düğmesi dikilmez. Giysi çıkarılamayacak durumdaysa ağıza bir çaput parçası alınır.

Gece tırnak kesilmesi uğursuzluk getirir.

Tırnak yiyenin çocuğu olmaz.

Çıkmış bir diş evin çatısına atıldığında yeni bitecek diş kuvvetli olur. ‘Kargam dişimin eskisini al yenisini getir,’ sözleriyle dilekte bulunulur.

Gözü seğiren kişinin iyi haber alacağına inanılır.

Kişinin gözleri bir yere dalarsa havanın bozacağına ya da yola gideceğine inanılır.

Yüzü yola dönükken uzaklara dalıp gitmek, uzaktan bir misafir, yolcu geleceğine işarettir.

Bıçak ve makas gibi keskin metal nesneler elden teslim alınmaz. Özellikle gelin - kaynana arasında buna dikkat edilir. Aksi halde aralarının bozulacağına inanılır.

Makasın boş yere açıp kapatılması iyi tutulmaz, bunu yapanın başı dertten kurtulmaz.

Ağzı açık makas, o evde kavga çıkmasına neden olur.

Ağzı açık makas, düşmanın ağzı açıldı manasına yorulur.

Evde bardak türünden eşyanın kırılması uğur getirir. Şayet düşen cam eşya kırılmazsa, tekrar yere atılıp kırılır.

Yemek anında kaşığın, lokmanın düşmesi misafir geleceğine işarettir.

Çayın içerisindeki çöp misafir geleceğine işarettir.

Ateş üzerinde zincir sallanırsa sallayanın borcu artarmış.

İki kadına arasında gecenin kısmeti kapanır.

Gözde çıkan arpacık da zenginlik işareti olarak telakki edilir.

Ayağının altı kaşınan kişi bir yere gideceğine, kendisine yol göründüğüne inanır.

Sağ burun deliği kaşınan kişinin iyi, sol burun deliği kaşınanın kötü şekilde anıldığına inanılır.

Mezarlığı parmakla işaret etmek uğursuz sayılır. Mezarlığı işaret edecek kişi önce işaret parmağını ağzına götürülüp ıslatmalıdır. Aksi halde işaret parmağının çürüyeceğine inanılır.

Giysiyi ters giyinenin işi ters gider diye inanılır.

Göğüs üzerinde kollarını bağlayan kişinin kısmetinin kapanacağına inanılır.

Kazan veya tencerenin dibini kazıyanın düğününde kar yağacağına inanılır.

Evde ıslık çalınmaz, ıslık sesinin şeytanı çağırdığına inanılır.

Boş beşik sallanmaz, sallanırsa çocuğun karnı ağrır diye inanılır.

Sabah erken kalkanın rızkı bol olur, işi rast gider.

Bir kişinin çok gülmesi hayra alamet olmaz.

Çocuğun üzerinden geçilirse boyunun uzamayacağına inanılır. Bu nedenle hareket geri alınır; ters adımlarla çocuğun üzerinden geri gidilir.

İşlerinin rast gitmesi için evden sağ ayakla çıkmak gerekir. İnanışa göre önce sol çorabını ve sol ayakkabısı giyinen kişinin günü uğursuz geçer.

Misafirin çabuk kalkması isteniyorsa oturduğu yere tuz atılır, serpilir.

Evden ayrılan misafirin, yolcunun arkasından ev süpürülürse, çöpler dışarıya atılmaz. Çöpler dışarıya atılırsa gidenin başına aksilik geleceğine inanılır.

Hz. Hızır’ın dilenci kılığında gezdiğine inanılır. Bu nedenle kapıya kadar gelen dilenciler boş geri çevrilmez.

Tas veya kepçede su içen kişinin düğününde yağmur / kar yağacağına inanılır.

Dut pekmezi yapılan tavanın dibini yalayan kişinin düğününde yağmur yağacağına inanılır.

Ölenin bulunduğu oda aydınlık tutulur.

Cenaze evden çıkarılırken ardından su dökülür.

Ölenin ayakkabıları o gün birine verilir.

Sacayağın üzeri boş bırakılmaz. Yoksa bununla şeytan yemek pişirir. Kızgınken sacayağın üzerine su dökülmez.

Ateşe su dökmek uğursuzluk getirir.

Ateşe ve akan suya kötü söz söylenmez. Ateşe tükürmenin veya işemenin günah olduğuna inanılır.

Bereketle İlgili İnanışlar

Bereket insan hayatında çok önemli bir yer tutar. İş hayatında, hasadın zenginliği, çocukların, özellikle erkek evlat sahibi olmak bereket olarak düşünülmüştür.

Mahsulün verimli olması için serandere asılan mısır koçanları kuşların hakkı ve bereketi olarak görülür.

Sirke bulunan evde bereketin eksik olmayacağına inanılır ki bu inanç Hadis-i Şerif’te temellük ettirilir.

Avucu kaşınan insan avcunu altına sürerse zenginliğe delalettir. Sağ elin kaşınması gelecek zenginlik, sol elin kaşınması çıkacak paraya delalettir.

Dışarıya maya verilirse evin bereketinin gideceğine inanılır.

Ekmek kırıntılarını yere atmak, çiğnemek evin bereketini götürür.

Bıçakla ekmek kesilmez. Buna dikkat edilmezse evin bereketi kaçar.

Nazarlar İlgili İnanışlar

Nazar halk arasında göz değme, göze gelme, nazara gelme, olarak tanımlanır. Halk yaşamında çok yaygındır. Nazardan korunmak için muska ve mavi gözlerden oluşan nazarlık takılır.

Yine nazarlık olarak kullanılan el şeklinde figürler, at nalı, kablumbağa kabuğu, hayvan kafası, koç boynuzu, hayvan çıngırakları, delikli taş, civa, şap, yumurta kabuğu, iğde dalı, yayla çiçeği, tavuk veya kuş pisliği, üzerlik otu gibi nazarsavarlar halk arasında yaygındır.

“Maşallah!” sözcüğü nazardan korunmak için en büyük silah olarak tanımlanır.

Kırılan bardak nazarın çıktığına işaret kabul edilir.

Giysi altına çengelli iğne takılır.

Nazar değmiş hayvana tuz okutulup yedirilir.

Rüyalarla İlgili İnanışlar

Rüyalar gizemini korurken, insan hayatında önemlilik arz eder. Hayatın aynası olarak görünür ve yorumlanır. Rüya ilgili en önemli inanç, görülen rüyanın herkese anlatılmaması,  rüya dinlenmeden önce ‘hayırlara vesile olması’ temennisinin söylenmesi. Diğer alemden gönderilmiş bir haber olarak görülmektedir. Bu nedenle niyeti kötü olabilecek insanlara anlatılmaktan imtina edilir.

Kötü rüya görülmüşse, belanın defi için rüyanın aynaya ya da suya anlatılması gerekir.

Rüyasında ağlayanın sevineceğine inanılır.

Rüyada at görülürse, murada delalettir.

Rüyada ayakkabı görmek darlığa işarettir.

Rüyada bir kişi doğum yapmışsa o kişinin günahından arındığına delalettir.

Rüyada çiğ et görmek sıkıntıya işarettir.

Rüyada yılan görülürse eve misafir geleceğine inanılır. Yılanlı rüyalar uzun yolculuğa çıkılacağı şeklinde de yorumlanır.

Rüyada havlayan köpek görmek düşmana işaret olarak yorumlanır.

Rüyada kan görülürse rüyanın bozulduğuna inanılır.

Rüyada ölmüş birinden bir şey alınırsa hayra, verilirse şerre yorumlanır.

Rüyasında ağlayan sevinir.

Rüyasında ölü geren kimse çok yaşar.

Rüyada ölüden bir şey almak iyiye yorulur. Rüyada ölünün bir şey alması kötüye işarettir.

Rüyada soğan, biber gibi acı bir şey görmek ölüme işaret sayılır.

Rüyada bulanık su görmek ölüme işarettir.

Rüyada evin yıkıldığını görmek ölüme işarettir.

Karmaşık, tabiri güç ve kötü rüyaların kimseye anlatılmaması gerektiği söylenir.

Fal Uygulamaları

Fal açmak, fala bakmak kadınlar arsında, daha ziyade bir eğlence maksadıyla yapılan uygulamalardan biridir. Yörede iğneyle, kibritle, tesbihle, kahve telvesiyle, elekle fala bakılır.

İğne ile fal: Su dolu bir tasın iki tarafından başlarına pamuk sarılı iki iğne bırakılır. Bu iğneler suyun içinde birbirine tesadüf ederse tutulan niyete göre neticenin iyi olacağına inanılır.

Kibrit çöpü ile fal: Kutudan rasgele bir miktar kibrit çöpü alınır. Bunlarla düz bir hat üzerinde birbirine bitişik kare şekilleri oluşturulur.  En sonra yapılan karenin bir tarafı açık kalırsa tutulan niyetin var olacağı, mükün olduğuna inanılır.

Tesbihle fal: Püsküllü bir tesbih püskülünden tutularak döndürülür ve döndürülürken birdenbire yere bırakılır. Bundan sonra tesbihin yerdeki vaziyeti tetkik edilir. Yerde birbiri üzerine gelen iki tane arasındaki taneler sayılır. Evvelce tutulan niyet, bu sayılan tanelerin tek veya çift gelmesi durumuna göre yorumlanır.

Elekle fal: Eleğin iki tarafına ve orta yerlerine gelmek üzere iki çivi çakılır. İki elin işaret parmaklariyla bu çivilerden tutularak elek yerden kaldırılır. Elek hangi tarafa dönerse iyi addolunacağı kararlaştırılır. Eğer niyet edilen tarafa dönerse iyidir, aksi halde fena sayılır.

Doğa Üstü Varlıklarla İlgili İnanışlar

Yörede Cin ve Periler dışında Davara, Arap, Cazi, Koncolos, Karakoncolosa gibi adlarla anılan pek çok hayali varlıktan söz edilir. Günümüzde bu varlıklarla ilgili anlatılara rastlamak güç olsa da sözlü kültür ürünlerinde bunlarla ilgili hikâyeler mevcuttur.

Albastı / Al karısı: Lohusaların korktuğu bir varlıktır. Sadece insanlara değil, yeni doğum yapan tüm canlılara zarar verir. Fırsatını bulursa yeni doğanı boğacağına inanılır.

Cazi / Cazu: Cazi genellikle yeni doğan bebeklerin ciğerini söküp almak isteyen yaşlı ve çirkin kadın şeklinde tasvir edilir. Örümcek veya sürüngen hayvanların kılığına da girebilen cazının içerisinde büyülü toz bulunan bir torbası vardır. Lohusanın odasına girdiğinde torbasından çıkardığı tozu yatmakta olan kadının üzerine serper. Kadın artık kıpırdayamaz. Cazi elindeki ucu eğri demir çengeli kadının ciğerine sokup oradan ciğerini çıkarıp alır. Caziler yaylalarda ve köylerde ineklerin sütüne, yağına dadanırlar. Mutfağın bereketini kaçırırlar. Bazı cazilerin bir parmak uzunluğunda kuyrukları olduğuna inanılır. Kuyruklu olanları daha becerikli ve dolayısıyla daha tehlikelidir. Caziler yılın beli dönemlerinde deniz aşırı bir yere veya Kırım’a, cazular toplantısına giderler. Orada yeni cazuluklar öğrenip geri dönerler. Cazilerin cazu toplantısına gittikleri gün 1 Mayıs gecesidir. Çaykara’nın köylerinde cazilerin Kırım’a gittikleri tarih Kiraz ayının 24’üncü gecesi olarak bilinir.

Cazilere mayisa da denir. Mayisalar özellikle yeni doğanlara musallat olurlar. Çocuk ölü doğarsa veya doğumdan hemen sonra ölürse sebebinin mayisa olduğu söylenir. Mayıs ayının on üçünü on dördüne bağlayan gece “Mayısa gecesi” veya “Cazi gecesi” olarak adlandırılır. Sözü edilen gecede bu varlıklar yeni doğmuş olanlara musallat olurlar. Bir yere gitmek istediklerinde süpürgeyi ters şekilde bacaklarının arasında alan mayisalar, yolda bir dikenliğe takılırsalar mayisalık yeteneklerini kaybederler. Bu inanıştan ötürü cazi ve mayisalardan korunmak için evin girişine ve bacaya sarmaşık dikeni koyarlar.

Arap: Arap denilen varlık geceleri ırmak ağızlarında, su birikintilerinde, tenha yerlerde dolaşır. Karşısına çıkanları, yoldan geçenleri çarpar. Çarpılanların ağzı eğrilir, dili tutulur.

Davara: Karabasan olarak bilinen varlığa yörede davara / tavara denir. Davara gece vakti insan uyurken insanın üstüne çıkan, insanın hareket etmesini engelleyen olağanüstü bir varlıktır. Karabasan olarak bilinen vakıanın müsebbibidir davara. Ağırbasan da denilen bu varlıklar, uyuyan kişinin ağzını ve burnunu kapatarak nefes almalarını zorlaştırırlar. Bundan kurtulmak için ters sözler söylenir; gitmesi istendiği için “gitme kal” denir.

Hobur / Obur: Hayatını çevresine zarar vererek geçiren kötü insanları öldüklerinde toprağın kabul etmediği ve bu nedenle hortladıkları söylenir. Obur olarak anılan varlık da bu tür bir hortlaktır. Öldüğü gece hortlayıp mezarından çıktığı söylenen obur, tekin olmayan yerlerde, geceleri ırmak ve dere kenarlarında ve özellikle mezarlıkların yakınında gezinirler. Obur görüldüğü söylenen yerlerde köylüler toplanıp dualar okur. Ağasar vadisinde obura “minnet” de derler.

Karakoncolos: Koncoloslar iri yapılı ve her tarafı kıllı bir varlık olarak tasvir edilir. Yılın son haftası ve yeni yılın ilk haftasında ıssız tenha yerlerde insanlara görünür. Karşılaştığı insanlara “kimsin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” biçiminde sorular sorar. “Kara” sözcüğünü sevmediği için onunla karşılaşanlar Koncolosun sorduğu sorulara “kara” sözcüğünün geçtiği cümleler kurarak cevap vermek suretiyle ondan kurtulurlar.

Yaban adamı: Ormanlık alanlarda, tenha yerlerde yaşadığına inanılır. Yaban adamı iri yarı bir insan azmanı biçiminde tasvir edilir. Vücudunun tamamı uzun kıllarla kaplıdır. Sadece, ormanda tek başına gördüğü insanların karşısına çıkar. Karşılaştığı insanların davranışlarını tekrar eder, taklid eder. Yaban adamından kurtulmanın yolu da budur. Yaban adamıyla karşılaşan kişi kibrit, çakmak gibi bir şeyle göğüs kıllarını yakar gibi yapar. Yaban adamı da aynı hareketi yapınca bütün vücudu tutuşur. Alev alan yaban adamı ormanın içinde acı acı bağırarak gözden kaybolur.

Manevi Şahsiyetler

Anadolu coğrafyasında Türklerin ilk yerleşim yörelerinden olan Trabzon İslâm’ı tanıması Fatih Sultan Mehmet tarafından Bizanslıların son devleti Trabzon Pontus Krallığına son vermesiyle hızlanmış ve yüz sene içinde Trabzon ve bölgesi hemen hemen tamamen Müslüman olmuştur. Yörenin manevî hayatına özellikle Kahramanmaraş’tan İslâm’ı tebliğ için gelen Maraşlı Saçaklızade Osman Efendi ve torunları ile dışarıdan iskân yoluyla gelen Müslüman Türk sülalelerin önemli katkıları olmuştur.

Haçkalı Baba

Asıl adı Mustafa Tarhan’dır. Çaykaralı bir aileye mensup olup, babasının Haçka’da imam olması nedeniyle 1864’te Haçka’da doğmuştur. Kuş Mustafa, Beyaz Hoca, Haçkalı Hoca, Haçkalı Baba’ diye bilinir. Tahsiline Trabzon’da başlamış, Gümüşhaneli İsmail Bey’den de ders almıştır. Tasavvufî eğitimini Çorumî Mustafa Rumî Faruk Şiranî’den almıştır.

Tahsilini tamamladıktan sonra ilk olarak Haçka’da Doğanköy (Muzura) merkez camiinde imam hatipliğe başladı. İmamet görevini yürüttüğü sırada manevi bir hal ile gelen “kalk” işaretiyle Çorum’a gitti ve burada bulunan Çorumlu Mustafa Rumî’nin huzuruna vardı. Haçkalı Hoca, Rumî’nin huzuruna vardığında o Murşid-i Kamil “Kuş Mustafa geldin mi?” diyerek ona Kuş Mustafa ismini vermiştir.

Haçkalı Baba vefat ettiğinde göğsü üzerine bir kuş konduğu ve oradan hiç ayrılmayarak onunla beraber kabrine girdiği rivayet edilmektedir.

Hocasının birçok iltifatına mazhar olan Haçkalı Baba, Mustafa Rumî’nin yetiştirdiği en gözde halifelerden olarak icazet almıştır.

Sigaraya son derece karşı olan Haçkalı Baba gelecekte sigaraya hizmet eden tütüncülerin aç kalacağını, mısır ve fasulye ekenlerin daha kârlı olacağını söylemiştir. Bu sözünden bir müddet sonra tütün tarlalarıyla meşhur İran’da kıtlık olmuştu. O gün için Haçkalı Baba’nın dediğini yapanlar da İran’a mısır ve fasulye satarak zengin olmuşlardır.

Yine en çok anlatılan menkıbelerinden birinde Haçkalı Baba’nın Akçaabat’ta arabaya binmediği halde, araba Moloz’a geldiğinde yolcuların kendisini arabadan önce Moloz’a gelmiş olarak görmeleridir.

Haçkalı Hoca 1949 senesinin Ramazan ayında Haçka (Düzköy) yaylasında vefat etmiş ve öldüğü yere defnedilmiştir.

Hacı Ferşad Efendi

Osmanlı’nın son devrinde yetişen âlim ve mürşitlerdendir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber İslâm Ansiklopedisinde 1866 olarak gösterilmektedir. Yine İslâm Ansiklopedisinde geçtiği kadarı ile hayatından bir bölümü şu şekildedir:

Fakir bir aileye mensup olduğundan bir süre çobanlık yapan Hacı Ferşad Efendi’yi fark eden bazı âlimlerin telkiniyle yörenin müderrislerinden Huşolu Numan Efendi’den İslâmî ilimleri tahsil etmeye başladı. Küçük yaşına rağmen her yıl Ramazan ayında civar illere giderek vaazlar veriyor, heyecanlı konuşmalarıyla kalabalık cemaatlerin ilgisini çekiyordu. Tahsiline devam ederken Trabzon çevresindeki kazalarda kısa süreli imamlık görevlerinde bulundu. İcazet aldıktan sonra İstanbul’a gitti ve Ramazan ayında Sultanahmet camisinde vaazlar verdi. Seyahati sırasında tanıştığı Kondulu Yusuf Şevki Efendi ile İstanbul’da buluştu ve Süleymaniye’deki Gümüşhanevî Tekkesi’ne gidip Ahmed Ziyâeddin Efendi’yi ziyaret etti. Tekkeye girerken tasavvufa intisap etme niyeti olmamasına rağmen orada Yusuf Şevki Efendi’den ders almaya başladı. Memleketine döndükten sonra orada bir medrese kurdu ve çeşitli aralıklarla burada 40 yıl kadar müderrislik yaptı. Medresesinde 300 kadar öğrenciye icazet verdi. Of’ta müftülük, Samsun İdadisi’nde öğretmenlik yaptı. Okuyan öğrencilerin askerlikten muaf tutulması için kurulan komisyonlarda görevlendirildi. İşgal sırasında Rusların yağmalayıp Bayburt’tan Tiflis’e götürdükleri kitapların geri alınması için Şark Ordusu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı mektuptan anlaşıldığına göre Gümüşhanevî Ahmed Ziyaeddin adına Of, Rize ve Bayburt’ta kurulan vakıf kütüphanelerinin mütevelli görevini de yürütmüştür.

Şeyhi Gümüşhanevî Ahmed Efendi’nin halifesi İsmail Necâti Efendi’nin yanında halvete girdi ve hilafet mertebesini elde etti. Daha sonra onun yerine postnişinliğe getirilmesine rağmen “şöhret afettir” diyerek bu görevi benimsemedi ve ömrünün sonuna kadar medresesinde tedris ve irşat faaliyetlerine devam etti.

Son dönemlerinde yürüyemeyecek hâle gelmesine rağmen irşat faaliyetlerinden geri kalmamış ve müritlerinden Hopşeralı müderris Poyrazzade Dursun Efendi, onu sırtında taşıyarak yakın köylerde yapılan icazet merasimlerine götürmüştür. Çok defa günde bir bardak sütle veya sadece kahvaltı ile yetindiğinden 35 kilo ağırlığında çok zayıf biri idi.

Müritlerince hakkında birçok menkıbe anlatılan Hacı Ferşad Efendi, toplumun kültür değişimine uğradığı hassas bir dönemde Trabzon yöresinde, hatta Karadeniz bölgesinin büyük bölümünde halkın dinî hayatı üzerinde unutulmaz tesirler bırakmış bir mürşit ve müderristir. Tesirleri ölümünden sonrada devam etmiştir.

3 Eylül 1929 tarihinde vefat etti ve Yeşilalan’daki medresenin yanında defnedildi.

Hopşeralı Hacı Hasan Efendi

Hacı Hasan Efendi 1909 yılında Çaykara’nın Akdoğan Köyünde dünyaya geldi. Henüz 4 yaşında babasını, 6 yaşında iken de annesini bir kolera salgınında kaybederek hem anadan hem de babadan öksüz kalan Hasan Efendi amcası Hafız İsmail Yavuz Efendi’nin yanında yetişti.

İlk dinî bilgilerini yakın komşusu Hamdi İlhan Efendi’den aldı. Daha sonra Hanecizade İbrahim Efendi’den ilmihal bilgileri ile tecvid, Hacı Salih Bilgin’den de sarf, nahiv gibi dersler okuyarak icazet aldı.

Askerlik görevi dolayısıyla tahsiline ara vermek durumunda kalan Hasan Efendi bir yandan medreseye devam ederken, bir yandan da hafızlığını tamamladı.

Hafızlığını bitirdikten sonra, Tayyib Zühdi Efendi’den icazet alarak medrese öğrenimlerini tamamladı.

l940 yılında Hasdikoz Köyünde fahrî imamlık yapmaya başladı, 1942 yılında hocası vefat edince de onun yerine tedrisi kendisi sürdürmeye başladı. 1944 yılında Diyanet İşleri’ne girerek, Akçaabat merkez vaizi oldu, sonra Of merkez vaizliğine geçti. Çaykara’nın ilçe olmasıyla da 1948 yılında Çaykara merkez vaizi oldu. Bu görevinde 34 yıl kaldı.

Şöhretten kaçınan, yaptığını Allah rızası için yapan, kimseye karşı kin beslemeyen, zühd ve takva sahibi bildiği âlimlerin sohbetlerinde bulunmaya gayret eden, mesaisinin büyük bir bölümünü ilim öğretmeye ayıran Hasan Efendi tasavvufta Nakşibendî meşrepli olup Hacı Ferşad Efendi’ye intisap etti.

Hasan Efendi 1982 yılında Çaykara’nın Akdoğan Köyünde vefat etti.

Ziyaret Yerleri

Yörede kısırlık başta olmak çeşitli hastalıklar, kısmetsizlik gibi nedenlerle dua etmek ve adakta bulunmak üzere gidilen ziyaret yerleri mevcuttur. Şalpazarı’nda Geyikli yolu üzerindeki bir mezar çocuğu olmayan kadınlar tarafından ziyaret edilir. Mezar define avcıları tarafından talan edildiği için eskisi kadar sık ziyaret edilmemektedir.

Pek çok yaylada kaynak sular ve mezar yerlerine ziyaretgâh olarak itibar edildiği görülmektedir. Yörede etrafında efsaneler anlatılan mezarlar özellikle ziyaret edilmektedir. Efsaneye göre suçsuz yere öldürülen bir genç kızın gömüldüğü yerden aylar sonra sesler duyulur. Yöre sakinleri mezarı açtıklarında kızın cesedinin güzelliğinden hiçbir şey kaybetmediğini görürler. Haksızlığa uğradığına ve kendini kerametiyle akladığına kani oldukları kızın mezarını zaman içinde ziyaretgâha çevirirler (Gedikoğlu, 2016: 339).

Ahi Evren Dede Türbesi

Boztepe de bulunan Ahi Evren Dede Camii’nin bitişiğindedir. Ahi Evren, İslam’ı anlatmak, insanları irşad etmek üzere bu bölgede gelen ilk alperenlerden, mürşidlerden biridir. Bölgenin tarihi ve kültürü açısından çok önemli Ahi Evren Türbesi yılın her döneminde ziyaret edilen önemli bir merkezdir. 

Ahi Evren Dede Camisi 1305 (1887-1888) yılında Trabzon’un sevilen kişilerinden, Sultan Abdülaziz’in baş müezzinlerinden Hacı Hakkı Baba tarafından onarılarak bugünkü şeklini almıştır. Cami kare plânlı, taş duvarlı ve ahşap çatılı idi Ancak 1976 yılında yapılan onarımda üzerine kubbe ilave edilmiştir Mihrap ile minberi sade olup, minaresi küçük ve tek şerefelidir. Ahi Evren Dede’nin mezarının (türbe içinde) yanında Hacı Hakkı Baba ve oğullarının mezarı da yer alır.

Emir Mehmet Türbesi

Trabzon il merkezinde Gülbahar Hatun Mahallesinde, Kavak Meydanında bulunmaktadır. Türbe, 1523-1524 yılları arasında Trabzon’da valilik yapmış olan Emir Mehmet için yapılmıştır. Kadiri Tekkesi şeyhlerinden Osman Baba’nın kabri de buradadır.

Gülbaharhatun Türbesi

Yavuz Sultan Selim’ in annesi Gülbaharhatun için 1506 yılında yaptırılmıştır. Sultan Selim Validesi Hatuniye Vakfına ait olan türbe, Trabzon il merkezinde Gülbahar Hatun Mahallesinde yer almaktadır. Türbenin yeri Hatuniye Camii’nin doğusundadır. Külliye olarak inşa edilmiş yapı kompleksinden camii ile birlikte günümüze ulaşan tek yapı Gülbaharhatun Türbesidir.

Haçkalı Baba

Haçkalı Baba vefat ettiğinde göğsü üzerine bir kuş konduğu ve oradan hiç ayrılmayarak onunla beraber kabrine girdiği rivayet edilmektedir. Kabri yörede önemli bir ziyaret yeridir.

Hacı Ferşad Efendi Türbesi

Türbesi Çaykara’nın Yeşilalan mahallesindedir.

Hamza Paşa (Açık Türbe) Türbesi

Küçük İmaret Mezarlığında Hamza Paşa Camisinin doğusunda yer alır. Türbede Hamza Paşa’ya ait olandan başka iki mezar daha bulunmaktadır.

Hıdırnebi Kayası (Akçaabat)

Taş mezarlar nedeniyle Ziyaret Kayası da denir buraya. Düzlük alandaki üç taş çukur bulunur, bunlardan biri evliya mezarı, yan yana duran diğer ikisi Hz. Ali’nin dağdan dağa uçan atının ayak izi kabul edilir. Dernek günlerinde bu bölge ziyaretçi akınına uğrar. Atın ayak izi denilen çukurlarda biriken su şifalı kabul edilir. Ağrısı olanlar bu suyu ağrıyan yerlerine sürerler. Adağı olanlar da buraya gelir, dilekleri kabul olanlar adaklarını yerine getirir.

Hopşeralı Hacı Hassan Efendi

Tasavvufta Nakşibendî meşrepli olup Hacı Ferşad Efendi’ye intisaplı olan Hasan Efendi 1982’de vefat etmiştir. Mezarı Çaykara’nın Akdoğan köyündedir.

Maraşlı Hasan Efendi Ziyareti

Maraş’tan Of’a gelen ulemadan olan Maraşlı Hasan Efendi’nin mezarı Of’tadır. Eskipazar Camii’ndeki mezarı yatır olarak ziyaret edilmektedir. Mezarla ilgili rivayetler anlatılır; yol yapılırken dozerin bozulması, mezara zarar verenlerin felç olmaları, delirmesi gibi…

Sümela Manastırı

Halk arasında “Meryem Ana” diye anılan Trabzon’nun Maçka ilçesinde bulunan Sümela Manastırı özellikle Katolikler olmak üzere yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerden biridir.

Sümela Manastırıyla ilgili yörede anlatılan çeşitli efsaneler vardır.

Sümela Manastırı Efsanesi

Söylenceye göre İsa’nın havarilerinden olan Lukas’ın bir tahta parçası üzerine çizdiği Meryem Ana resmi (ikona), yıllar sonra kendiliğinden Atina’ya uçmuş. Renginin koyuluğundan ötürü daha sonraları Kara Meryem, Kara Melek, Kara Madonna gibi adlarla ünlenen bu resim, Theodosius döneminde (4. asır) Atina’dan da ayrılmak istemiş. İkona, melekler tarafından uçurularak Maçka dağlarının yamaçlarındaki taş kovuklardan birine yerleştirilmiş.

O günlerde Barnabas ve Sophronidus adlı iki keşiş, rüyalarında Meryem Ana’yı görmüşler. Meryem Ana, her ikisine de Trabzon’a gidip ikonanın konulduğu kovukta kendisi adına bir kilise yaptırmalarını söylemiş.

Keşişler, deniz yoluyla Trabzon’a gelerek Maçka dağlarının yamaçlarındaki taş kovuğun içinde Meryem Ana ikonasını bulmuşlar. Onlardan önce bu resmi gören yerliler, ikonayı yakmak istemişler; yanmamış. Balta ile parçalamak istemişler; kırılmamış. Dereye atıp uzaklaştırmak istemişler; derenin suyu ikonayı sürüklememiş.

Meryem Ana’nın görevlendirdiği iki keşiş, melekler tarafından ikonanın konulduğu kovuğa önce bir kilise, sonra bir manastır yaptırmış. Kendileri de yaşamları boyunca orada kalıp aynı günde ölmüşler.

Manastıra ad olan Sümela, ikonanın koyulduğundan esinlenerek Grekçe kara, koyu, karanlık anlamlarına gelen melas sözcüğünden alınmış. Aynı nedenle manastırın içinde bulunduğu dağa da Karadağ (Orosmela) adı verilmiş.

Anlatılan bu efsane, manastırın tarihini eski devirlere çekmek isteyen Rumlardan kalmadır.

Sümela Manastırıyla ilgili bir söylence daha anlatılır:

IV. Murat Bağdat seferi dönüşünde Sümela Manastırı karşısındaki Seslikayalar denilen yerden geçerken kendi ayak seslerinin, karşıdaki kayların her birinde gürül gürül yankılandığını duyar. Durup aşağı bakınca 300 m yüksekliğindeki bir kaya oyuğuna yapılmış Sümela Manastırı’nı görür. Yerlilerden burasının kutsal Sümela Manastırı (Meryemana) olduğunu, içinde Hristiyan keşişlerin barındığını, uçan kuştan başka kimsenin manastıra giremediğini öğrenir. IV. Murat çok kızar. Manastırın topa tutulmasını buyurur. Ancak atılan toplar manastıra değmeden geçer.

Bunu gören IV. Murat manastırın kutsallığına inanır. Oraya kimsenin dokunmamasını buyurur (Gedikoğlu, 2016: 317)

Akça Tv olarak sadece Akçaabat Haberlerinin yanında , Akçaabat'ın kültürel mirasına katkı sağlamaya çalışıyoruz. 

Güncelleme Tarihi: 19 Kasım 2022, 21:39
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER